Uhud

SESLİ DİNLE
YAZIYI BÜYÜT
YAZIYI KÜÇÜLT

“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler. Ancak siz bunu bilemezsiniz.”

Medine’de ziyaret edilecek en önemli yerlerden biri de, Medine’nin 5 km. kuzeyinde yer alan Uhud’dur. Bedir Savaşı’ndan sonra sahabenin yaptıkları ikinci büyük savaş burada vuku bulmuştur. Bedir’de bozguna uğrayan müşrik- ler, intikam almak üzere çıkmışlardı bu savaşa. Hz. Peygam- ber gördüğü bir rüya üzerine Medine’yi içerden savunmak istemekteydi. Ancak Bedir Savaşı’na katılmamış bazı gençle- rin ısrarı üzerine düşmanla dışarıda karşılaşmak durumunda kaldı ve Uhud’a çıktı.

Uhud Savaşı’nda Resûlullah, Abdullah b. Cubeyr komuta- sında bir okçu birliğini, stratejik önemi bulunan bir boğazın yamacına yerleştirmiş ve onlara, “Bizim onları yendiğimizi gör- seniz bile yerinizden ayrılmayın! Yenildiğimizi görseniz dahi bize yardıma koşmayın!” diye sıkı sıkı tembihlemişti. Buna rağmen, müşriklerin bozguna uğradığını gören bu okçuların birçoğu “Ganimet! Ganimet!” diye bağırmaya başlamışlar, Abdullah b. Cubeyr, onlara Hz. Peygamber’in emrini hatırlatmışsa da, dinlemeyip savaş meydanına inmişlerdi. Arkadan dolanan düşman süvari birliğince etrafı sarılan sahabe, iki taraftan da sıkıştırılarak hezimete uğramıştı. Kur’an’da anlatıldığı üzere onlar, arzuladıkları galibiyeti gördükten sonra za’fa düştüler, (Peygamber’in verdiği) emir konusunda birbirleriyle çekişip isyan ettiler. Kimi dünyayı istiyordu, kimi de ahireti istiyor- du. (Âl-i İmran sûresi, âyet: 152)

Hz. Peygamber’in, bu okçu birliğine kesinlikle yerlerini terk etmemeleri direktifini vermesine rağmen, onların çoğu, ganimet sevdasıyla, her şeyin bittiğini, maksadın hâsıl oldu- ğunu zannederek bu emri ihlal etmişler, kazanılmış bir zaferin kaçırılmasına, yetmiş kişinin şehit olmasına sebep olmuşlar- dır. Oysa komutanları Abdullah ile birlikte yerlerinde sebat eden okçular ise, “Biz Allah’ın Resûlü’ne itaat edip, yerlerimizde durur, onun emrini terk etmeyiz” diyerek emre itaati, ahireti ve şehitliği tercih etmişlerdir.

İşte Uhud, sahabe için büyük bir imtihan, büyük bir dersti. İki zırh birden giymiş olmasına rağmen, Hz. Peygamber bu savaşta yaralanmış, mübarek dişi kırılmıştı. Komutanlarıyla birlikte sebat eden bu şehitlerin yanı sıra, Hz. Peygamber’in amcası Hamza’nın şehit edilmekle kalmayıp, vücudunun da parçalanması, kulaklarının kesilmesi, kalbinin dahi çıkar- tılması; Mekkeli zengin bir ailenin çocuğu olan ve Hz. Pey- gamber tarafından Medine’ye muallim olarak görevlendirilen Mus’ab b. Umeyr’in orada şehit olduktan sonra vücudunu baştan aşağıya kadar örtecek bir örtünün dahi bulunmaması Uhud’un acı hatıralarındandı.

Ve bütün bu acı hatıralara rağmen Hz. Peygamber: “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u” diyerek düşman saldırılarından do- layı sığındığı ve âdeta bir şahsiyet gibi gördüğü bu kayalık dağa vefa gösteriyor, cansız varlıklarla dahi bir tür sevgi-hür- met ilişkisi kuruyordu.

Uhud dağına müslümanların gözünde ayrı bir özellik ka- zandıran husus, Allah Resûlü (s.a.s.)’nün zikrettiğimiz hadis-i şerifleri ile müslümanların Uhut savaşında bu dağa sığınmış olmalarıdır. Diğer taraftan Peygamber Efendimizin amcası ve İslâm ordusunun en yiğit kahramanlarından Hz. Hamza (r.a.) ve diğer Uhud şehitleri Uhut şehitliğinde medfun bulunmak- tadır.

Allah Resûlü (s.a.s.), Uhud şehitlerini ziyaret ederdi. Hz. Fatma (r.a.) da Uhud’da şehit olan amcası Hz. Hamza (r.a.)’yı sık sık ziyaret ederdi.