Hz. Peygamberin Hicret Güzergahı

SESLİ DİNLE
YAZIYI BÜYÜT
YAZIYI KÜÇÜLT

Hz. Peygamber, asırlardır süregelen bir cahiliyye toplumunu, 23 yıllık risaleti süresince saadet toplumuna çevirmeyi başarmıştı. Allah’ın hidayeti ve Hz. Peygamber’in örnekliği sayesinde cahiliyye döneminin kaba, zorba ve müşrik insan- larının, çok kısa sürede gerçekleşen bu toplumsal değişimle, nasıl örnek bir nesil meydana getirdiklerine şahit oldu tarih. İşte bu sebeple olmalıdır ki, bazı usulcülerimiz, “Şayet Re- sûlullah (s.a.s.)’ın peygamberliğini ispat için hiçbir mucize olmasa, sadece onun ashabı bile (bunun ispatına) yeter” de- mişlerdir. Yani, O’nun önderliğinde oluşan bu yeni ve medenî toplumun vücuda gelmesi, âdeta mucizevî bir değişimdir.

Medine’ye giderken ziyaretçi, âdeta kendisinin de hicret etmekte olduğunu düşünmelidir. Buradaki hicret, hakiki bir hicret değil, mecazî bir hicrettir. Öncelikle Hz. Peygamber’in bir hadisinde buyurduğu gibi, “Allah’ın yasaklarını terk etme” (Buharî, İman, 4) anlamında bir hicrettir. Yani kişi bu hicre- tiyle, Mekke’yi ve Mekkelileri terk etmemekte, Allah’ın ken- disine haram kıldığı yasakları terk etmektedir. İkinci olarak ruhen ve zihnen Asr-ı Saadet’e hicret etmektedir. Birkaç gün- lüğüne de olsa, Medine’ye, Allah Resûlü’ne ve Ensar’a misafir olmaktadır. Aslında, İslâm’ın yayıldığı ve yaşandığı iklimde, İslâm tarihini, Hz. Peygamber’in hayatını, sahabeyi yeniden okuma, yerinde anlama ve tanıma imkânı vereceği için Me- dine ziyaretinin önemi büyüktür. Hz. Peygamber’in yaşadığı, dolaştığı, namaz kıldığı mekânlarda bulunmak, O’nun tenef- füs ettiği aynı atmosferi teneffüs etmiş olmak elbette bir ayrı- calık ve bahtiyarlıktır. Her ne kadar, tarihî doku itibariyle eski Medine’den neredeyse hiçbir iz kalmamışsa da, kişi orada zih- nen on dört asır öncesine hayali bir yolculuk yapar ve saha- benin arasındaymış gibi hisseder kendisini. Allah Resûlü’nün mütevazı hayat tarzına inat mevcut gökdelenler, yaldızlı-yıl- dızlı lüks oteller, sınırsız tüketimin yapıldığı çarşılar, modern yapılaşmalar, bu zihnî yolculuğun önünde büyük engeller olarak dursa da, Müslüman gönlüyle gerçekleştirir bu hicreti. Altın biriktiren zenginlerle Ebû Zerr’in kıyasıya giriştiği mü-cadelesine inat, bugün Ebû Zerr Çarşı’sında onlarca kuyumcu olsa da, o iklime hicret edenler, Ebû Zerr ve Ebû’d-Derda’ları hem görür, hem de duyar gönül sokaklarında. Bazen, çeşitli ülkelerden gelmiş kardeşlerini gördükçe o sahabîleri hatırlar, onları görmüş gibi olur.

Mescid-i Nebevî’nin etrafında kümeleşen ve el uzatıldığın- da yetişecek kadar yükseklikteki çatısız duvarlardan ve kapı yerine örtülerin kullanıldığı, iç içe küçük-küçük odacıklardan ve daracık sokaklardan oluşan eski Medine, aslında sahabe- nin ne kadar mütevazı ve birbirlerine karşı ne denli samimi olduklarının da göstergesidir. Yüz yıl öncesini tasvir eden bir Medine maketine göre, o günkü yerleşim merkezinin bugün- kü Mescid’in dış alanını ancak kapladığını dikkate alırsak, on dört asır önceki Medine’nin sadeliğini ve sıcak komşuluk ve kardeşlik havasını daha rahat anlayabiliriz. Evet, bugün bel- ki de o günkü hâline en yakın olan mekânın, içerisinde nice büyük sahabîlerin medfun olduğu Bakî’ Mezarlığı olduğunu söylesek mübalağa etmiş olmayız. Bütün bunlara rağmen Müslüman, kalbiyle uçar ve zemini kumlardan kaplı, kapı- ları açık, sadece kıble tarafındaki ön kısmı hurma dallarıyla gölgelendirilen, kıbleye dönüldüğünde sol duvarına bitişik annelerimize ait odaların bulunduğu ve Ashab-ı Suffa’ya tahsis edilmiş mekânıyla Hz. Peygamber’in o günkü mesci- dini düşler. Orada nice vahiylerin öğretildiğini, nice hutbele- rin okunduğunu, sahabe-i kiramın orada yetiştiğini, kısacası Medine’deki medeniyetin orada tesis edildiğini hatırlar. Me- dine toplumunun kalbi olan bu mescidin, İslâm medeniyetine nasıl merkezlik yaptığını düşünür. Ruhuyla o mescide girer ve sahabenin arasına katılır, onlarla beraber dinlemeye çalışır Hz. Peygamber’in veciz hutbelerini, âdeta başının üzerinde kuş varmışçasına dikkatli ve de istekli bir şekilde. Zihnen de olsa Allah Resûlü’nün huzurunda olmanın heyecanı kaplar bütün vücudunu. Gözlerini alamaz o ay gibi parlayan yüzün- den ve tek tek duymaya çalışır mübarek dudaklardan dökülen hikmet dolu hadis-i şerifleri. O anda kendisinin konumunu, durumunu gözden geçirir içinden. Bugünkü hâliyle, o gün Resul-i Ekrem’in çevresinde olsaydı, acaba Hz. Peygamber ile ilişkileri nasıl olurdu? Acaba Allah ve Resul sevgisi ağır ba- san, Allah yolunda, din uğrunda her türlü fedakârlığa koşan Ensar veya Muhacirler arasına girebilir miydi? Yoksa çıkar, dünya, ganimet, mevki-makam hırsı ağır basanlar arasına mı düşerdi?

Günahlardan arınarak anasından doğduğu gibi günahsız hâle gelmek ümidiyle yola çıkan insanların bu kutlu yolcu- luklarının Peygamber Mescidi’ni ziyaret bölümü, manevî hazzın en yoğun tadıldığı kısımlardan biridir. Ancak bunun için Allah Resûlünün getirdiği değerlere karşı susuzluktan çatlamış toprağın, ince ince yağan yağmura karşı özlemi gibi bir özlem ve tutkuya sahip olmak gerekmektedir. Bu değer- lere karşı böylesine bir özlemi olmayanlar, söz konusu hazzı yeterince tadamazlar. Şairin dediği gibi:

“Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl, Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl?”

Mü’min, Allah Resûlü’nün dönemine yetişememişse de, onun mekânına ulaştığını, onun civarında bulunduğunu, ona birkaç günlüğüne de olsa komşu olduğunun bilinciyle yaşar Medine’yi. Bunun ne büyük bahtiyarlık olduğunu anlayarak onun civarında takınılması gereken edebi, olgunluğu, ahlâk-ı Muhammediyye’yi elde etmeye çalışır. Bunun için doğru Ashab-ı Suffe’ye gider. Hz. Peygamber’in ahlâkını onun bu- radaki has talebelerinde görmeye çalışır, onlardan sorar. Son- ra diğer sahabîleri arar, evlerine, gönüllerine misafir olur ve onların hayatını, ahlâkını, mizaçlarını gözlemlemeye gayret eder. Düş ve düşünceyle de olsa, sıddîklarla, salihlerle, saha- beyle beraber olmanın, o “güzel arkadaşlığın” hazzını yaşar bir an.

Hz. Ebû Bekr’den teslimiyeti ve tasdik etmeyi, Hz. Ömer’den adaleti ve medenî cesareti, Hz. Osman’dan edeb ve hayâyı, Hz. Ali’den ilim ve şecaati, Hz. Talha ve Abdurrah- man b. Avf’tan cömertliği, Ebû Zerr ve Ebu’d-Derda’dan açık sözlülüğü ve zahidliği, Bilal-i Habeşî ve Ammar b. Yâsir’den sabretmeyi, Abdullah b. Ömer’den Hz. Peygamber’i nasıl iz- leyeceğini, İbn Abbas ve Hz. Âişe validemizden onu nasıl an- layacağını iyice öğrenir.

Ömrü boyunca Kur’an ayetlerinden tanıdığı sevgili pey- gamberini, bu defa onun yaşadığı yerde, dostlarından da dinledikten sonra, onun huzuruna çıkmaya niyet eder. Âdeta hayattaymışçasına sükûnet ve vakarla, ona lâyık olan bir edep ve hürmetle Kabr-i Saadet’i ziyaret eder. Ruhuyla ve bedeniyle Allah Resûlü’nün huzuruna varır ve samimiyetle salat ve selam eder. Orada onun civarında olmanın ötesinde, huzurunda olduğunu idrak eder. Ona olan inancını, teslimi- yetini, bağlılığını, sevgisini ve sebatını ifade eder. İnananlar için örnek, önder ve rehber olmasına rağmen, onu hakkıyla ve yakından tanıyamamanın eksikliği, sünnetlerini yeterince yaşayamamanın ezikliği ve her şeyden önemlisi ona lâyık bir ümmet olamamanın verdiği mahcubiyetle varır huzura. Tam huzurda iken, ona inanmak, ümmeti olmak, civarında olmak, huzurunda olmak ve nihayet izinde olmak ne anlama gelmek- tedir ve nasıl gerçekleştirilecektir diye düşünür.

Sünnete uymanın, sadece şekilde kalan salt bir taklit olma- dığını, şekil ile birlikte özün yakalanması olduğunu, her yer ve zamanda uygulanabilecek nebevî ilkelere uymak demek olduğunu düşünür. Sünnetin Mekke’den Medine’ye, medeni- yete giden nebevî yol olduğunu, diğer bir ifade ile bir “Mede- niyet Projesi” olduğunu hatırlar. Nerede ve ne zaman yaşarsa yaşasın, medenî bir birey olmayı öğretir Sünnet... Emanet, ehliyet, adalet, hakkaniyet, samimiyet, dayanışma, yardım- laşma, kolaylaştırma, kardeşlik, temizlik, iyilik, dürüstlük, hoşgörü, sevgi-saygı, yararlılık, ahlâkîlik, olgunluk, örnek ve önder olmak, sosyal olmak... vb. hem Kur’an’da vurgulanan ahlâkî öğretiler, hem de bizzat Hz. Peygamber’in altını çizdiği “mekârim-i ahlâk” yani ahlâkî değerler ile temiz bir toplum, medenî bir toplum oluşturabilmektir Sünnet.

Bu duygu ve düşüncelerle, kendi durumunun bir muhase- besini yaptıktan sonra söz verir kendi kendisine, âdeta Allah Resûlü’nün mübarek elinden tutarak bey’at edercesine: “Hiç- bir şeyi Allah ve Resûlü’nün önüne geçirmeyeceğine” (Hucurat sûresi, âyet: 1), “Allah ve Resûlü’ne itaat edeceğine”, bundan böyle bütün hayatında “Resul ile birlikte yol tutacağına” (Fur- kan sûresi, âyet: 27), onu kendisine “güzel bir örnek edineceği- ne” (Ahzâb sûresi, âyet: 21) dair söz verir, bey’at eder.

Medine’de kaldığı süre içinde, her namazını Mescid-i Nebevî’de kılmaya, fırsat buldukça Ravza’yı ziyaret etmeye; hadiste cennet bahçelerinden bir bahçe olarak nitelendirdiği Hz. Peygamber’in evi ile minberi arasında –izdihama yol aç- mamak, huzurunda olmanın edebini ihlal etmemek şartıyla- iki rekât da olsa nafile namaz kılmaya çalışır. Hz. Peygamber’in dünyada en yakın dostları olduğu gibi, ebedî istirahatgâhın- da da yanı başında bulunan Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömer’e de selam verir ve dua eder. Gerek Hz. Peygamber’in hayatında, gerekse halifelikleri esnasında bu iki büyük sahabînin, İslâm’a ne büyük hizmetlerde bulunduğu, bir şerit gibi geçer gözlerinin önünden.